UĞURLAR OLSUN

1 February 2017

Mantıklı bir şekilde gelişen, bölümleri arasında bağlantılar bulunan, okudukça keyif verecek bir yazı değil bu. Bu yazı kopuk kopuk ifade edilmiş, belki canınızı sıkacak, belki bir iki paragraf sonra okumayı bırakmanıza neden olacak saçma sapan şeylerle dolu. Bu yazı benim kafamın hâlini yansıtıyor ne yazık ki. Mantıksızca yazıyor olabilirim; belki altyapım yetersizdir ve saçmalamış olduğumu düşünürsünüz, belki çok bencilimdir gerçekten de, belki o belki bu… Umurum değil.

Tuhaf bir şekilde bu videoya takılmış durumdayım ama yeni değil; yaklaşık bir on beş gündür dinleyip duruyorum.  Nedeni konusunda pek bir fikrim yok ama sanırım huzurlu bir yaşam sunabilen, insanların kendisini geliştirme fırsatlarına sahip olabildiği, herkesin bir ilgi alanı olan ve bu ilgi alanlarıyla uğraşarak boş zamanlarını değerlendirebildiği bir ülkede yaşamanın hasreti içerisindeyim.

Ben de biliyorum; bu insanların da sorunları vardır elbette, bu insanlar da şikâyetçidir bir şeylerden, bu insanlar da endişeleniyorlardır tabii ki… Ama bir akşam bir yerlerde toplanıp dans ediyor, müziğin keeyfini çıkarabiliyorlar. Ne olur hemen vazgeçip kapatmayın… Dikkatle inceleyin insanların yüzlerini, hareketlerini, bakışlarını… Sahip oldukları endişeleri dertleri tasaları, iki üç saatliğine de olsun unutmamışlar mı?

Geçen sene Kasım’da geliyordu Ankara’ya. Gar’daki bomba patladı, yanılmıyorsam 10 gün falan kala. Konser ertelendi hâliyle. Yeni tarih belli oldu bir süre sonra ve kendisi 10 Mart günü Ankara’da olacaktı. Ben de en ucuz biletlere 150 TL vermek istemediğim için fotoğrafçı bahanesiyle içeri sızmaya çabalıyordum. Konsere bir hafta kala hâlâ başarı sağlayamamış olduğum için, belki de fiyatı düşmüştür umuduyla Biletix’e baktım ve konserin bu sefer iptal olduğunu gördüm. Bu adam André Rieu. Hollandalı. Tüm dünyada tanınan, konserleri heyecanla beklenen ve gördüğüm kadarıyla gerçek klasik müzik ve opera sevenlerin çok haz etmediği ama tarz itibarıyla insanları eğlendiren, bok gibi para ödedikleri konserden keyifle ayrılmalarını sağlayabilen biri. Sanırım tuhaf bir şekilde, zaman içerisinde yukarıda bahsettiğim hayatın sembolü hâline geldi bu adam benim için.

Rieu’nun web sitesine girdim kızgın bir şekilde. Anasayfa’da takdirimi toplayan güzel bir Türkçe ile yazılmış bir özür metni vardı. Ben tabii ki öfkeliydim, ne demekti riskin sürmesinden dolayı konseri iptal etmek? Hangi risk yahu? Neyin riski? Biz değil miyiz iki bombanın ardından günlük hayatımıza iki günlük FB tepkisiyle yetinerek devam eden? Biz hayatımıza böylesine rahat bir şekilde devam edebiliyorken sen hangi riskten bahsediyorsun André? Sana ne risk var? Bin uçağa atla gel; otobüsle oteline, ver konserini, atla uçağına git…

O sinirle, çok büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı yazdım kendisine Twitter’dan.

Sonra üniversite sınav falan ve bom. Hayat yine bombok bir hâle geldi, yine her şey çığrından çıktı.

Neden çok görüyorlar bu güzellikleri bize? Neden sürekli kendi içimize kapanmamız için çaba gösteriyorlar ve cehalet pompalıyorlar her şekilde? Neden bu ülkedeki insanların insan olmasına izin vermiyor başka insanlar? Neden daha fazlasını talep etmiyor, neden bizi bu şekilde süründürenleri istememeyi başarabiliyoruz? Nasıl beceriyorlar bunu? Bunun fazlasıyla zor bir şey olması gerekmiyor mu?

Tabii ki ben de hiçbir işe yaramayan insanlarımızdan biriyim. Ben de elimde bulunanları kaybetmekten korkuyorum. Benim de çıkmıyor sesim, Facebook’ta kızgın suratlar gönderip durmak haricinde. İyi de nereye kadar?

O durakta beklerken yok olup giden gencecik insanlar, Gar’da ölenler ya da annesiyle bindiği serviste 9 yaşında bu hayata veda eden bir çocuk… Berkin… Son 30 – 40 yılda ülkenin bir yerlerinde ölüp duranlar… Neden… Ne işe yaradı? Ne işe yarayacak? Neden…

Ne yazık ki her şey birbirine karışmış durumda ve şu yazıya yazdıklarım karşısında gelebilecek tepkilere mantıklı ve ikna edici yanıtlar veremeyeceğimi bildiğim için bir şey de yazamıyorum. Öyle çok soru öyle az yanıt var ki kitlenip kalıyorum kendi adıma.

Bildiğim tek bir şey var, o da bütün bunlardan fena hâlde bıkmış olduğum. Bu ülkede yaşamayı istemiyorum artık. Oğlumun da bu ülkede yaşamasını istemiyorum. İster faşist deyin ister bencilliğimden dem vurun isterseniz de dudak bükün… Bana yetti… Ben bundan iyisini hak ediyorum.

Bu ülkede bir şeylerin değişmesi gerek ama bir şey de değişmiyor. 40 yıldır aynı şeyleri dinleyip duruyoruz…

Alçaklar… menfur saldırı… inlerine girilmiş ümükleri sıkılmış… kanları yerde kalmazmış, şehit olmuşlar… bitti bitiyor falan filan. Tuhaf vurgulamalarla böğürülen binlerce anlamsız kelime; binlerce gereksiz ve saçma sapan laf. Bombaların üzerine yazılan mesajlar… Her şeyin içi boş, her şey sahte, her yerde inanılmaz bir ikiyüzlülük…

ODTÜ Elektrik Elektronik öğrencisiymiş. Olmasa da fark etmez ama senin gibi benim gibi biri bu genç adam. Kimin ne hakkı var? Orada sen de ben de olabilirdik. Bir gün bir otobüs durağında bitecek bir hayat fena hâlde sızlatıyor içimi. Gencecik insanlar; güzel bakışlar; oğlunun saçlarını okşayan bir babanın fotoğrafı. Nasıl dayanılır bütün bunlara?

Bir de diğer yüzü var tabii ki… Birilerinin bu insanlar hakkında yazdıkları yorumları, haberleri okudukça iyice çıldırasım geliyor. Bu insanlar nasıl oldu da kaybettiler insanlıklarını ve şu an oldukları canavarlara dönüşüverdiler bu kadar kısa bir zaman içerisinde? Bizzat tanıklık ettiğim bu değişim nasıl oldu da bu kadar kısa sürede gerçekleşti? Bu insanlar hep vardılardı da ben mi yeni görüyorum onları?

Yayın yasakları, sosyal medya erişimleri artık olağan karşıladığımız sıradan şeyler. Zaten beş ay içerisinde üç bomba patlayan ve resmi rakamlarla 150’nin üzerinde insanın öldüğü bir başkentte yaşamayı normal görmeye de başlamış değil miyiz? Bir durup düşünün yahu… Burası ülkenin başkenti, bombaların patladığı yer devletin kalbi…

Bütün bunların sorumlusu da yok işin ilginç tarafı. Kimse suçlu değil bütün olan bitenler için. Kimsenin de bir şey yapacağı yok. Yılardır hep söylerdim, bu ülkede ciddi tepki gösterildiğine şahit olduğum tek olay vardı… Coca Cola zamları. Coca Cola bir süre sonra zammı geri almış, ancak iki ay sonra daha fazla zam yapmıştı. Sonra Gezi günleri geldi ve bir şeyler kıpırdanmış gibiydi, o da nane oldu sonunda.

André Rieu biliyor, ABD elçiliği bilip çevresindeki uyarıyor, bir vakıf olayın olduğu gün yazıyor öğrencilerine… Biz bilemiyoruz bir türlü… Yok efendim birlik olacakmışız, teröre prim vermeyecekmişiz…

İnsanlığın ulaştığı bu nokta çok tuhaf. Bu nasıl bir psikolojidir ki bir önceki bombadan sonra yaşananları, hayatını kaybedenleri görüp bagajındaki bombayı patlatabilir insan? Nasıl olur da bir insan yapabilir bunu? Nasıl bir ruh hâlidir, nasıl bir manyaklıktır bu? Ne uğruna yapabilirsiniz bunu?

Ama yalan yok, ben çok korkuyorum. Korkum bir yerde bir anda havaya uçmaktan değil galiba. Bu yazıyı yazarken korkuyorum ben… Aklımdan geçenleri binbir türlü filtreden geçirip boş boş ve anlamsız bir yazı yazmaya mahkûm ediyorum kendimi. Allah’tan çok okunan biri değilim. Ama bir yandan da içim sızlıyor fena hâlde ve çok fena da öfkeliyim.

Sesini çıkarmayı başaranlara hayret ediyorum. Bu dünyada herkesin kaybetmekten korktuğu önemli şeyleri yok mu? Hiçbir dönemde görmedim bireylerin böylesine ağır şeyler yazdıklarını… hiçbir dönemde şahit olmadım, takip edildikleri açık seçik ortada oldukları hâlde insanların böylesine ağız dolusu küfürler seslendirdiklerini… Gerçi bir şey olacağından değil… Ama yine de nasıl korkmuyorlar? Bilmiyorlar mı yaptıkları şey kendilerini tehlikeye atmaktan başka bir şeye yaramayacak; bir şey olacağı yok…

Medeni bir yerde benzer bir şey olduğunda dökülüyor milyonlar sokaklara… Bizde? Yemez… Göt ister. Bizde dışarı çıktın mı her şeyi göze almışsın demektir çünkü neredeyse her dışarı çıkışın bir bedeli olmuştur bu ülkede. En azından bir dayak yersin dikkatli olmazsan. Onun için yerinde oturmak gerekir… Orada burada atıp tutar sonra da otururuz yerimizde.

Yağmur yağıyormuş da gökler ağlıyormuş da falan filan. Yahu bu günlerde de yemek fotoğrafı paylaşamasaymışız… Yok efendim Paris’a ağlayanlar, Biz Charlie’yiz diyenler şimdi biz Ankara’yız diyecek miymiş? Ya bi gidin ya…

Gidin dedim ya, aklım gitti bir yerlere…

Bakın şu fotoğraflara…

Diyebilecek bir şey buluyorsanız beri gelin…

Unutmayacakmışız… Lan unutsan ne olur unutmasan ne olur?

Unutursun zaten hiç merak etme.

Bugün yeniden girdim André Rieu’nun Twitter sayfasına ve bir mesaj daha attım kendisine.

Özür diledim.

Bundan fazlasını hak etmiyoruz biz. Etmeyeceğiz de.

Image
Hİngal Yapıyoruz
Image
MOBİL YATAK PROCESİ
İnsanlık için küçük ama belki de bizim için büyük bir adım... Belki de kendi karavanımızı yapmamızın ilk adımı. Kızıma yatak yapıyoruz. Şöyle gecenin kör karanlığı çöktüğünde mışıl mışıl uyuyabilmek için. Bakalım becerebilecek miyiz?
Image
BİR GÜZEL KIZIN ARDINDAN

    Leave a comment