Avrupa Macerası

26 August 2008

BAM, yani Bir Avrupa Macerası, eşim, oğlum ve kızımla birlikte 2008 yılının Temmuz ayında çıktığımız Avrupa yolculuğumuzun hikâyesi.

Ankara’daki evimizden çıktık, İstanbul’da kısa bir mola verdik, Kapıkule’de yatarak geçirdiğimiz ilk gecenin ardından hızlıca Bulgaristan ve Sırbistan’ı geçtik, Macaristan’da şöyle bir dolandıktan sonra Avusturya ve İtalya’yı kapsayan bir kara yolculuğunun ardından Brindisi’den feribota atlayıp, önce Çeşme’ye ve en sonunda da, yola çıkmamızın üzerinden geçen yirmi iki günün ardından, sağ salim ve tek parça halinde evimize ulaştık.

Ne yazık ki ilk başta istediğimiz her yeri görmeye yetecek kadar zamanımız olmadı, ama bizim için son derece farklı ve hayatımızın sonuna dek zihinlerimizden silinmeyecek bir deneyim yaşadığımıza hiç şüphe yok.

Bir Avrupa Macerası‘nı okuduğunuzda, bizim bu yolculuk boyunca başımızdan geçenlere tanıklık edecek, kitabevi raflarında bolca karşınıza çıkan seyahat rehberlerinde pek rastlamayacağınız kişisel tecrübeleri paylaşacak ve sonuna geldiğinizde, eminim ki benzer bir yolculuğa çıkmak için son derece şiddetli bir istek duyacaksınız.

Hayal deyip geçmeyin sakın, çünkü mümkün…

Nereden mi biliyorum?

Biz yaptık…

Yetti be! Yetti artık diyerek karar verdik bu seyahate çıkmaya… Her sene aynı şeyler; Haziran’ın ortalarında bakınmaya başla, nereye tatile gitsek diye. Çıralı? Yok, olmaz, Caretta Caretta bokları yüzüp duruyordu denizde, son gittiğimizde. “Hayatım, biraz sağdan… hayvancağız yapmış işte… onun da canı var ne de olsa.” Onun da canı var doğru, ama ben de bir yıldır en az onun kadar çalıştım, bir hafta tatil yapacağım diye. Çok seviyoruz Çıralı’yı, tamam, ama bir yere kadar. Denizde slalom yapmak için mi çalıştık, bekledihttp://www.bogacerkan.net/bir-avrupa-macerasi-2/k bütün bir sene? Olmaz.

“Tatil köylerine baksak, tatlım?” I-ıh. O da olmaz. Bir Naturland tecrübesi yaşamıştık birkaç yıl önce, ömre bedel. İnanmazsınız, koca tatil köyünde toplam 13 saat geçirmeye tahammül edemedik. Otelin bir gece müdürü vardı, adamı peşinden bağırarak koşturan müşteriler sayesinde kolayca tanıyıvermiştik. On yüz bin milyon baloncuk var dedikleri deniz akvaryumuna dalma hayalleri kurarken dört bir yana saçılmış kola şişeleri ile karşılaşmış, en kötü düşlerimle yüzleşmiştim.

Hal böyle olup da tatil için nereye gidebileceğimizi bulamayınca, biz de arabamıza (kızıma) atlayalım, şöyle bir açılalım Avrupa’ya diye düşündük. İlk başta şaka gibiydi aramızda, ama sonra sonra işler ciddileşti ve planlar yapmaya koyulduk.

Önce nerelere gidelim diye konuşmaya başladık aramızda. İlk plan Yunanistan üzerinden feribotla İtalya’ya geçip, İtalya’da dolandıktan sonra yine aynı yoldan geri dönmekti. Bu plan eşimi deniz tutuyor olması nedeniyle hayata geçemedi (gerçi sonra biz yine deniz yoluyla döndük ama orasını daha sonra anlatacağım zaten).

Sonra, dağcılık geçmişim nedeniyle görmek istediğim Alp Dağları’nı ve Mont Blanc’ı kapsayan bir rota çizdim ama bu da çok uzun bir yol olması nedeniyle hayata geçirilemedi.

Türkiye – Bulgaristan – Sırbistan – Macaristan – Avusturya – İtalya rotası üzerinde görüş birliği sağladıktan sonra, yola çıkmaya daha 5 – 6 ay varken araştırmaya koyuldum. bu seyahat kaça mal olacaktı? Pasaport lazım olur muydu? Peki ya uluslararası ehliyet?

Yola çıkmaya 1 ay kala elimde kocaman bir dosya vardı. İçinde internetten edinip renkli çıktılarını aldığım ve bizim yolculuk güzergâhına özel haritalar, kalınabilecek yerlere dair bilgi, adresler ve telefon numaraları, geçeceğimiz ülkelerde dikkat etmemiz gerekenler, elçiliklerimizin telefon numaraları ve benzer türden pek çok bilgi yer alıyordu.

Her gün ne kadar yol gidip, nerede ne kadar kalacağımızı ve geceleri nerede geçireceğimizi daha yola çıkmadan planlamıştım. Bu planlara uyabildiğimiz zamanlar da oldu, işlerin hiç beklenmedik şekilde geliştiği zamanlar da.

Yolculuk kapıya gelip çattığında ve son anda yapmam gereken bir sürü iş çıkıverince, Naturland falan çıkıp gitti aklımdan. Yapmayı düşündüğüm daha pek çok şey vardı ama bir baktım ki, iki gün falan kalmış yola çıkmaya. İşte o zaman her şey çıkıverdi kontrolden.

Anlayacağınız, arada olan bitenleri yazmak için zaman kalmadı. Yaklaşık 4 saat içerisinde yola çıkmış olacağız. Kızım hazır, eşyaları yüklemiş durumdayız ve inanmazsınız, daha bir kelime bile mızmız etmedi. Onu çok seviyorum.

Son anda öğrendiğimiz yeni bir gelişme var, bu ana kadar hiç hesapta olmayan bir şey bu. Biz Ankara’dan çıkmadan önce hava 4 gündür 37-39 derece aralığında gidip geliyordu. Yarın (Pazar) gecesi Sırbistan – Macaristan sınırında, arabada yatıp, pazartesi günü Budapeşte’ye ve akşamında da Viyana’ya gideceğiz. Bugün öğrendik ki Viyana’da üç dört haftadır yağmur yağıyormuş ve sıcaklık 14 derece civarındaymış. Yana yakıla kışlık giyecek dilenmeye aşladık, baldız Filiz’den. Sanırım biraz soğuk olacak ve biraz üşüyebiliriz.

Şu an İstanbul’da, baldız Filiz’in Kavacık’taki evindeyiz. Biraz uyuyayım, gece 03:00 gibi yola çıkalım diyoruz. Yarın, tüm yolculuğumuzun en zorlu günü olacak çünkü yaklaşık olarak 1,200 kilometrelik bir yol var önümüzde, İstanbul’dan, Sırbistan – Macaristan sınırına uzanan.

 

Image
Hİngal Yapıyoruz
Image
MOBİL YATAK PROCESİ
İnsanlık için küçük ama belki de bizim için büyük bir adım... Belki de kendi karavanımızı yapmamızın ilk adımı. Kızıma yatak yapıyoruz. Şöyle gecenin kör karanlığı çöktüğünde mışıl mışıl uyuyabilmek için. Bakalım becerebilecek miyiz?
Image
BİR GÜZEL KIZIN ARDINDAN

    Leave a comment