Özellikle de erkekler gözlerinde fazla büyütüyorlar bu orta yaş krizini. Bir memnuniyetsizlik, bir arayış, bir söylenme ve bir moral bozukluğu hâli hâkim oluyor bu krizden muzdarip durumdakilere. Yahu neden ki kardeşim? Bu dönemi kucaklayın, yaşadıklarınızın keyfini sürün ve orta yaş krizinin arkasına saklanıp aklınıza gelen türlü deliliği yapın gitsin işte. Unutmayın ki bir sonraki kriz döneminin ucu altmışlı yaşları bulabilir ve o yaşa geldikten sonra, büyük ihtimalle aklınıza gelen şeylerin hatırı sayılır bir kısmını yapamıyor olacaksınız.
Son zamanlarda yukarıda saydığım belirtilerin bir kısmını bizzat yaşadığımı fark ediyordum. Belli bir süre inkârla, olan biteni tam anlamıyla fark edemeyerek geçti tahmin edeceğiniz gibi.
Ancak en sonunda olanları büyük bir olgunlukla kabullenip keyfini sürmeye karar verdim. Sanki yapmak istediklerimin bir kısmının kolayca hayata geçirebileceğim şeyler olduğunu anlar anlamaz, harekete geçme zamanının geldiğini de anlamıştım…İlk iş olarak hayatımla ilgili bazı kararlar verdim. Bazılarını henüz yeterince uygulayabildiğimi düşünüyor olmasam da ( buraya bakınız ) bir yerden başlamak zorundaydım. Bir iki kitapta gördüğüm tavsiyeler doğrultusunda, ilk etapta üzerinde çalışmaya karar verdiğim prensipleri bir kâğıda yazıp duvardaki panoya asarak başladım işe. “Seni mutlu etmeyen şeyleri yapma”, “sadece istediğin şeyleri yap”, “senin için önemli olmayan insanların düşüncelerine aldırma” ya da “KGRG” gibi prensiplerdi bunlar. Bir süre mal mal duvara bakıp bu prensipleri her gün tekrar tekrar okudukça etkilerini göstermeye başladılar. Evet, artık kararlıydım: Hayatımın belki de en önemli kararını hiç kimseden çekinmeden verecek ve kulağıma ikinci deliğini deldirecektim.
Sadece üç dört hafta kadar süren düşünsel hazırlık evresinin ardından, yağmurlu bir cumartesi günü bizim mahallenin eczanesinde buldum kendimi. Bir kulak delmenin 30 TL olduğunu öğrenmek hayata geçirmeye karar verdiğim bu yeni prensipleri bir kez daha gözden geçirmeme neden olduysa da (bu arada, aradan üç hafta geçtikten sonra fark ettim ki ben bir kulak deldirdim. Yahu acaba bu fiyat bir kulak için miydi, yoksa ben bir kulak alacaklı mıyım hâlâ? Çok kararlıyım, uğrayıp soracağım.) pilavdan dönenin kaşığı mantığıyla oturdum kadının önüne. Evet, tam da dediğim gibi, olacak bu iş. [Kaptanın seyir defterine ek, iki kulak içinmiş. Üç hafta kadar sonra uğrayıp alacağımı tahsil ettim, üç delikliyim şimdi! Başım göğe ermedi ama… ]
İkinci aşamada kırmızı bir pantolon almak vardı kafamda. Uzunca bir süre pantolonların rengini beğenmeyerek ve kendi kendime benim istediğim renkte olmadıklarını söyleyerek geçti ama bu engeli de aştım sonunda. Ancak pantolonu ilk giydiğim ve soyunma kabininden çıktığım ilk anı ve dışarıda birilerini bekleyen o kadının bakışları sonucunda hissettiklerimi hiç unutmuyorum. Uzun uzun yazmayı seviyorum ama bütün o duyguları dört kelime ile özetlemek de mümkün: “Ne yapıyorum lan ben?” ya da kadının aklından geçtiği hâliyle: “Adama bak, kafayı kırmış.”
“Ne yapıyorsam yapıyorum, sana ne… “ dedim kendime ve pantolonu aldım. Pantolonu aldım almasına da giymek ve kırmızı pantolonumla işe gitmek bir mesele. Beni tanıyanlar bilirler, çenem düşüktür bir parça. İşte herkese söyledim hemen, marifetmiş gibi. Pantolonumu ne zaman giyeceğimi sorup duruyorlar ama o pantolonla evden çıkmak, sabahın yedisinde kapıcıların önünde biriktiği büfenin yanından geçmek ne mümkün. M Bey her geçen gün üzerimdeki baskıyı artırıyor… en sonunda dün, “Giymezsen adam değilsin olum sen! dedi bana.
Sanırım en az sekiz on gün giymeye niyetlenip üzerime geçirdim, sonra da vazgeçip yeniden çıkardım kırmızı pantolonumu. Olmuyor bir türlü. Sabah kalkıp yedi gibi giyiniyor, yediyi bir geçe aynaya bakıp yediyi iki geçe çıkarıyorum. İyi kötü para da verdiğimiz ve orta yaş krizinde olduğumuz için giymek de lazım.
İtiraf edeyim ki bu hiçbir şekilde kendime yakıştırdığım bir davranış olmuyor. Hem bana çevremin dediklerine fazla aldırdığımı ve o kadar da takmamı söylemişti sevgili eşim ve ben de aynen o şekilde davranmaya karar vermiştim. Ee ne oldu o hâlde? Yok, bu durumu kabul etmemin mümkünatı yok… Giyeceğim, giyeceğim ve mutlaka giyeceğim.
Bundan iki hafta önceydi sanırım… bir cuma sabahı, üzerime düşen âdeta ilahi bir ışıkla uyandım ve aklımdan geçen ilk kelimeler, “Gün bugün, Boğaç efendi, gün bugün,” oldu. Kahvaltının ardından büyük bir keyifle geçirdim pantolonu üzerime, ev halkından kimsecikler görmeden attım kendimi sokağa.
Bir yandan hızlı hızlı yürüyor, bir yandan da bana tuhaf tuhaf bakan var mı diye kontrol ediyorum. Aaa, üç dört araba geçti yanımdan ama hiç bakmadılar. Hatta bunlardan bir iki tanesi de sabah sabah mal dağıtan plasiyer kamyonları. Görmemiş olmalılar. Kapıcılar? Yok, onlarda da bir tepki yok. Acaba neden kimse görmüyor beni? Yeterince sıra dışı değil miyim yoksa? Orta yaş krizine anlaşılmıyor olabilir mi?
Oysaki ben eski filmlerdeki gibi, bir öncünün peşinden bana doğru yürüyüp zalim kahkahalar atarak dalga geçmelerini bekliyordum. Bir tuhaflık var ya bu işte… hadi hayırlısı.
N Hanım’la buluşuyor, işe doğru yol almaya başlıyoruz. O da, daha sonra arabaya eklenen G Bey de dalga geçmiyor, müstehzi ifadelerle pantolonun renginin çok garip olmadığını söylemekle yetinip hafif hafif sırıtıyorlar. Ne kibar insanlar…
Şirkette çok mutluyum. Hem pantolonun kırmızısına alıştım hem de çok ilgi çekiyorum. İşte orta yaş krizinin keyfi asıl burada çıkıyor sanırım; sıra dışı bir şeyler yapıp ilgi görüyor, bir gün öncesine göre daha büyük bir yaşama sevinci hissediyorsun. Ne güzel. İyi ki giydim sevgili pantolonumu; onun da en az benim kadar mutlu olduğunu hissedebiliyorum.
Aman Tanrım… ne keyifliymiş yahu. Özellikle karşı cinsten yüksek bir ilgi var. Ben bunu tekrar tekrar yapmalıyım. Sanırım cuma günlerini “casual friday” ilan etmem gerekecek. Bakalım file tişört aşamasına da ulaşabilecek miyim?
Aldığım yorumlardan bazıları ise şöyle:
- G Bey [e-posta mesajı]: Doğrudan Boğaç Bey’e ödeme yapılamıyor… (İkinci bir kırmızı pantolon satın alma olasılığı var ve paraları çarçur ediyor )
- S Hanım [yüz yüze iletişim, F Hanım’la]: Töbe töbe… Boğaç Bey, ben bu renk almaya ben bile cesaret edemedim.
- F Hanım: Kaldırmış ama… genç göstermiş.
- E Hanım: Epey genç işi la bu… ama olsun, gani gani taşıyorsunuz. Size hayranlığım bir kat daha arttı!
- M Hanım: Süper olmuş.
- G Hanım: Allah seni ne’tsin?
- D Hanım: Pantolonunuz çok güzelmiş, dikkatimi çekti de söyleyeyim dedim.
- M Bey [e-posta mesajı]: Belki birazcık bozuldun, ruhun belki can çekişiyor; belki biraz da kızardın ama sana kırmızı çok yakışıyor.
Son zamanlarda yaşadığım bir değişim daha var. Yıllardır kendime hiç bakmamış olduğumu fark ediyorum. Şöyle bir örnek vereyim; herhangi bir zorlama olmadan kendi verdiğim kararla alışveriş yapmaya gidiyor, boş zamanlarımda Trendyol ya da MorHipo’yu takip ediyorum. Ayakkabı almanın karşı cinse neden böylesine heyecan verdiğini bir türlü anlayamazdım… oysa şimdi kendimi çok keyifli olduğunu itiraf etmeye mecbur hissediyorum.
Önce aynı üniversitede giydiğim türden, iki dar kot alarak başladım işe. Geçenlerde, yaklaşık 5-6 ay önce çekilmiş bir fotoğrafımı gördüm ve dehşete düştüm. Üzerimde bir kot varmış ki inanılacak gibi değil. Nasıl bol, nasıl sevimsiz ve asla benim sevdiğim cins bir şey değil. Nasıl olmuş da ben o kotu üzerime geçirmişim, inanamıyorum. Fotoğrafı buraya da koyardım ama gördükçe moralim bozuluyor, bunu nasıl yapmışım ben diye.
Üçüncü hamlem bir çift sarı ayakkabı almak oldu. Aslına bakarsanız bir yandan da çok komik bir deneyimdi bu. Derin’le birlikte gittik ve birer çift ayakkabı aldık kendimize. Ben sarı aldım, Derin siyah. Ayakkabılar bir ay içerisinde yırtıldılar ama hiç üzülmedim çünkü o bir ayda (M Hanım’ın canım ayakkabıya bastığı an hariç olmak kaydıyla) epey güzel günler geçirmiştik ve yırtıldığına göre değiştirmeye de mecburdular. Heyecan içinde haber bekleyerek geçen üç haftanın ardından gidip ayakkabıyı değiştirdim ve bu sefer de yeşilini aldım.
Ayakkabı parkımda büyük değişimler var. Renk renk ayakkabılarım olmasından çok keyif aldığımı fark ettim ve ilk fırsatta bir de kırmızı almalıyım kendime demeye başladım. Bir süre piyasaları takip ettikten sonra bir darbe daha indirdim orta yaşıma. Şimdi bir çift de kırmızı / bordo ayakkabım var ve mor / turkuaz tonlarında bir ayakkabının hayalini kurmaya da çoktan başladım.
Son dönemde yaşadığım değişiklikler arasında en önemlilerinden biri ise verilen kilolardı. Bir zamanlar tartıda 112 kiloyu görmüş ve bir çocuğu kucağında biri karnında olmakla itham edilmiş biri olarak, yirmi yılın ardından yine tartıda 88 kiloyu görmek nasıl iyi geldi anlatamam. Yıllardır bizim mağazaların bedenlerinden şikâyet eder durur ve bir türlü istediğim gibi bir şey bulamazdım kendime. Geçenlerde L beden bir şeyler satın aldım. Tombulluk ve göbeğinin galaksiyi kaplaması tehdidinden bahsedilen biri olarak geçen yılların ardından mantıklı ölçülere inmiş biri olmak hiç şüphe yok ki hayattan aldığım keyif üzerinde büyük bir etkide bulundu. Sanırım beni en iyi S ve N Hanım anlar. Devam kızlar, süper gidiyorsunuz!
Ehm… bunu nasıl söylesem bilmiyorum ama deri pantolonlara da bakıyorum bir yandan. Ama öyle parlak parlak olanlar değil de, hani domuz derisinden falan olanlardan alacağım. R’nin pantolonu mesela çok hoşuma gidiyor. Belki Avusturya’dan alırım. Aslında şu ana kadar pek bir şey beceremediğimin de farkındayım. Ama en azından işe koyuldum ve son beş ayda bir önceki beş aya göre epey bir değişim geçirdim. Geleceğe dair planlarım da var tabii ki… Bu planlar arasında ilk gerçekleştireceğim Skydiving yapmak olacak. Yaz ayları gelmeden, en geç haziran ayının sonuna kadar bunu gerçekleştirmeyi istiyorum. E Bey hazır zaten… birlikte atlayacağız. Havada gerçekleşecek diğer bir plan ise Ali İsmet’le, Acromach ile uçmak. Yaşım çok ilerlemeden bunu da aradan çıkarmalıyım. Belki bu yaz, kim bilir… Tabii İstanbul’da akvaryumda köpekbalığı dalışı yapmak da var kafamda. Geçen bayram gittiğimizde yapamadım ve içimde kaldı.
Hemen olmasa da beş yıl içerisinde bir motosiklet almayı da çok istiyorum. Şu sıra çok uygun durumda değiliz ama ilk fırsatta fiyatı çok pahalı olmayan ikinci el bir motor satın alacağım. Nasıl özlediğimi anlatamam ve mutlu olmamı sağlayacak şeyleri yapmaya karar verdiğime göre bunu da mutlaka gerçekleştirmeliyim. [Yazıyı yayınlamadan önce son bir kez okuyordum ki bir şey fark ettim; benim “yapmak istediğim yüz şey” listesi hazırlamam lazım kendime. Listenin ilk maddesi de “yapmak istediğim yüz şey listesi hazırla” olacak tabii ki. ]
Yine çenem düştü, yine uzun yazdım. Neyse ki mesaj o kadar da uzun ve ağır bir şey değil: Hayat denen bu tuhaf şey çok kısa ve siz daha ne olduğunu anlayamadan geçip gidiveriyor. Bu kısa ve sınırlı, sonunun ne zaman geleceğini, ne zaman b*ka batacağını bilemediğiniz zamanı “iyi” geçirmek için yaşayın… aklınıza esen ne varsa yapın… yaptıklarınızı yapamayanların (bunların “önemli” diye nitelendirilebilecek şeyler olup olmaması kesinlikle önemli değil) size söyleyebileceklerinden çekinerek kendi kendinize engel olmayın ve hayatın tadını sonuna kadar çıkarmaya çabalayın.
Kısacası, istediğiniz gibi ve doya doya yaşamaya bakın.
[En azından bir süre için]